Sosyal ilişkilerimizden bilgiye erişim alışkanlıklarımıza, şirket yapı ve politikalarından regülasyonlara sayısız unsuru kökten değişime sürükleyen ‘teknoloji’ kavramını doğru anlamlandırmamız gerekiyor. Bu değişimi yönetebilmek için, pragmatik bir yaklaşımla teknoloji dünyasının bir parçası olmak durumundayız.
Birbirinden farklı sektörlerin önde gelen isimleriyle, kendi alanları özelinde teknoloji üzerine konuşuyoruz. Farklı perspektifleri anlamak; teknolojinin iş dünyası, hükümetler ve toplum üzerindeki etkilerini tartışmak; çok paydaşlı işbirliklerinin önemine dikkat çekmek, konuşulması öncelikli hususlar konusunda farkındalık yaratmak ve en önemlisi yeni diyaloglar oluşturmak amacıyla bu röportaj serisini başlattık. Bu diyaloglar ile, Türkiye’de politika yapım süreçlerine fikirsel katkı sağlayabilmeyi umuyoruz.
Google’ın 20’den fazla ülkede yürüttüğü “Google Policy Fellowship” programının Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) çatısı altında Türkiye ayağını oluşturan bu seri kapsamındaki çalışmalarımızı Londra’da düzenlenecek Policy Global Summit’te diğer ülke temsilcileri ile paylaşma fırsatı bulacağız. Bu fırsatı hem global bir platformda kendimizi tanıtmak, hem de globaldeki tartışmayı Türkiye’ye taşımak için kullanacağız.
Bu kapsamda ilk sohbetimizi bu oluşumun gerçekleşmesine sebep olan bir kaç isimden biri; Sinan Ülgen ile gerçekleştirdik. Sinan Bey senelerce Dışişleri Bakanlığı bünyesinde, Birleşmiş Milletler dairesinde görev almış, Avrupa Birliği Daimi Temsilciği’nde görev yapmış, Türkiye-AB gümrük birliği anlaşması müzakerelerine katılmış bir isim. Şuan, kurucusu olduğu İstanbul Ekonomi Danışmanlık’ta yönettiği ekip ile birlikte uluslararası şirketlerin piyasaya giriş stratejileri, Türkiye’yle alakalı siyasi ve ekonomik riskler ve ilgili mevzuat üzerine danışmanlık veriyorlar. Sinan Bey aynı zamanda EDAM’ın yönetim kurulu başkanlığını yapıyor.
Sinan Bey ile bir Cumartesi sabahında teknoloji, diplomasi, politika ve varsayımsal bir gelecek üzerine konuştuk: Ya bizim de teknolojiden sorumlu bir büyükelçimiz* olsaydı? …
N.D: Teknoloji dünya ekonomi ve siyasetine de yön veriyor artık. Teknoloji eliyle değişim ve dönüşüme uğrayan hususlarda global ölçekte politikalar nasıl oluşturuluyor, nasıl regüle ediliyor?
S.Ü: Günümüzün hem siyasetine hem de ekonomisine önemli değişiklikler getiren dijital dönüşüm ile ilgili küresel düzeyde norm oluşturma çabaları başladı. Örnek verecek olursak, insan hakları alanında ikinci Dünya Savaşından sonra norm oluşturma çabaları BM İnsan Hakları Beyannamesi ile küresel bir boyut kazandı. Avrupa’da keza İnsan Hakları Sözleşmesi ile Avrupa ölçeğinde normlar oluşturuldu. Buna benzer şekilde küresel düzeyde etkisi olan birçok konuda benzer çalışmalar oldu. Dijital alanda ise bu çabalar nispeten yeni başlıyor.
Bugün baktığımızda, örneğin veri korumasıyla ilgili uluslararası bir norm oluşmuş değil. Avrupa Birliği’nin yaklaşımı farklı, ABD’nin yaklaşımı farklı, Çin’in yaklaşımı çok daha farklı. Yani aslında siyaseten yakın olan iki bölge, AB ile ABD arasında dahi bir uzlaşma olmadığını, geçmişte ve günümüzde bu konuya ilişkin büyük sorunlar çıktığını biliyoruz. AB ve ABD arasında veri transferini düzenleyen Privacy Shield anlaşması tehlikeye girdi mesela.
Dijital dünya dediğimiz zaman başka önemli konularda mevcut. Elektronik ticaretin ve dijital ürünlerin nasıl vergilendirileceği, internetin yönetişimi, siber güvenliğe ve siber savaşa yönelik kurallar gibi. Bu alanları global ölçekte düzenleyen normlara ve bu normları kodifiye eden hukuk düzenine ihtiyaç var. Bunun da tabii ki Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren boyutları var.
N.D: Global normlar oluşturma çabalarından bahsettiniz. Ancak dijital dönüşüm kapsamında global normların oluşturulmasında Türkiye’nin bir rolü olmadığını görüyoruz. Yetişebildiğimiz ölçüde arkadan takip ediyoruz ve bu normları iç hukukumuza entegre etmeye çalışıyoruz. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
S.Ü: Hem insan hayatını hem de ekonomik süreçleri etkileyecek olan bir alanın kodifikasyonundan bahsediyoruz. Dolayısıyla en genel anlamda konuşacak olursak, bu kadar geniş etkisi olacak bir kurallar manzumesinin belirlenmesinde, Türkiye’nin ve Türkiye’deki aktörlerin sürecin tamamen dışında kalmaları tabii ki bizler bakımından bir olumsuzluk. Onun için düşünmemiz gereken, dünyanın farklı yerlerinde ve farklı platformlarında devam eden, ki bunların bazı örneklerini de vermeye gayret edeceğim bu sohbetimizde, norm oluşturma çabalarına Türkiye nasıl katılabilir, hangi yöntemlerle katılabilir bunun üzerinde düşünmek lazım.
Bunları konuşurken, belki birkaç örnekle somutlaştırmakta fayda var. Mesela veri güvenliğine ilişkin normlar nerede oluşuyor? Ana ekonomik aktörler öncelikle kendi iç piyasalarında düzenleyici normlar oluşturuyorlar. Ancak ondan sonra bir araya gelerek üzerinde mutabık kalacakları, örneğin uluslararası veri transferi konusu, birtakım kriterler üzerinde müzakere yapmaya başlıyorlar. Yine AB ile ABD arasındaki Privacy Shield buna bir örnek. Bir başka örnek, elektronik ticaretin vergilendirilmesi konusunu görüşmek üzere Dünya Ticaret Örgütü içerisinde bir çalışma grubu kurulması yönünde alınan karar. Türkiye de buna dahil oldu aslında, 70 kadar ülke bu müzakereyi yürütecek.
Bir diğer örnek, siber güvenlik konusunda Birleşmiş Milletlerin UN GGE dedikleri “United Nations Group of Governmental Experts”, yani Birleşmiş Milletler Hükümet Uzmanları Grubunun oluşturulması. Bu grup, dünyanın siber güvenlik normlarına ilişkin bir çalışma yapmaya başladı ama dikkat çekici husus burada bizim temsilcimiz olmaması. Yani Birleşmiş Milletler içerisinde yürüyen bu kadar önemli bir çalışmaya Türkiye’nin katılımı yok.
Yine bir başka örnek siber savaş. Ülkelerin birbirlerinin teknik altyapılarına saldırması durumunda, siber alanda yaşanan savaş durumunu düzenleyecek global ölçekte düzenleme, norm çabaları yine eksik. Siber alanda savaş hukuku normları yaratılması gerekliliğini görüyoruz burada da. NATO ile bağlantılı Tallinn Manual Grubu adlı bir çalışma grubu var. Mesela bu Tallinn grubu içerisinde de Türkiye’den bir uzman yok. Küresel düzeyde veya en kötü ihtimalle bölgesel düzeyde bu konuların bir ortak kurallar setine kavuşturulmasına yönelik yürütülen çalışmalarda maalesef Türkiye’nin adı pek geçmiyor. Bu eksiklikleri gidermek için ne yapmalı ayrıca konuşabiliriz bu konuyu.
N.D: Teknoloji ile değişen alanların regüle edilmesine özel sektörün de dahil edildiğini görüyoruz. Bir konuyu regüle etmek için anlamak, anlamak için ilgili tarafları dinlemek gerekir. Sizce özel sektör norm oluşturma süreçlerinin bir parçası haline geldi mi?
S.Ü: Çok doğru, norm oluşturma süreçlerinde ana aktörler derken sadece ilgili devletleri düşünmemek gerekir. Norm oluşturma süreçlerinde hiç kuşkusuz özel sektörün güçlü isimlerinin varlığı da en az devletler kadar mevcut. Geçmişteki norm oluşturma çabalarına nazaran, günümüz dijital dünyasını oluşturan şirketlerin, ekonomik aktörlerin katılımı çok daha fazla. Bunun örneklerini bir çok alanda görüyoruz. Bazı şirketler spesifik bazı konularda self-regülasyon kaidelerini oluşturdular. Microsoft mesela Dijital Cenevre Konvansiyonu Sözleşmesini gündeme getirdi. Dolayısıyla global alanda norm oluşturma çabalarında devlet özel sektör iş birliğini sıkça gördüğümüzü düşünüyorum.
N.D: Sizce Türkiye bu global norm oluşturma çabalarına nasıl dahil olabilir? Danimarka, teknoloji alanında global diyaloğa dahil olmak adına bir Teknoloji Diplomatı atadı, Casper Klynge*. Bu model Türkiye için de uyarlanabilir mi?
S.Ü: Bence uyarlanabilir kesinlikle. Danimarka bu uygulamayı tatbik eden tek ülke de değil aslında. Diğer ülkelere baktığımızda, örneğin Amerika da dışişlerinde siber politikalardan sorumlu yüksek seviyede bir diplomat tayin etti. Bu yaklaşımlarına esas amacı, global norm oluşturma faaliyetlerine kendi ülkelerini dahil etmek ve ülkelerinin global arenada sürekli olarak temsiliyetini sağlamak. Bunu yapabilmek için tabii ki önce içerde bir yapılanma gerekiyor.
Şimdi Türkiye’ye dönecek olursak, benzer bir örneğin hayata geçirilmesi çok faydalı olacaktır. Burada siyasi irade dünyada var olan dijital dünyaya ilişkin kaide yaratma, norm oluşturma faaliyetlerine Türkiye’nin de katılmasına karar verdiğinde bu işin bir koordinasyon makamını atamak gerekli olacaktır. Dış müzakerelere katılım hedefi olacağı için, bu yapılanmanın diğer birçok başka ülkede olduğu gibi Dışişleri Bakanlığı bünyesinde olmasında fayda var. Burada teknik bilgi kendisinde olmasa bile Dışişleri Bakanlığı, KVKK’dan Rekabet Kurumuna, Ticaret Bakanlığından, Milli Savunma Bakanlığına ilgili bütün diğer kurumları koordine edebilir. Bu gerekli çünkü, Türkiye kendi içindeki faaliyetlerin ötesinde global norm oluşturma faaliyetlerinde bir temsilcisi ile yerini alabilsin.
N.D: Türkiye’nin global ölçekte bugüne kadarki temsiliyetini, bu alanda görev almış ve ülkemizi temsil etmiş bir isim olarak nasıl değerlendirirsiniz?
S.Ü: Aslında Türkiye bu alanda hiç var olmamış değil. Nihayetinde, Dünya Ticaret Örgütü bünyesindeki çalışmalara Ticaret Bakanlığı vasıtasıyla katılıyoruz. Siber suçlara ilişkin Budapeşte Sözleşmesi’ne tarafız. Ancak burada farklı bir durum var. Türkiye’nin geçmişteki katılım düzeyi birbirinden ayrı kulvarlar üzerinden oldu. Şimdi ise olması gereken tek bir yetkili temsilci üzerinden, 360 derece bu dünyaya hakim bir elden bu çalışmaların yapılması lazım. Bu doğrultuda Türkiye’nin ulusal politikalarını da göz önünde bulundurarak Türkiye ulusal stratejisi oluşturması ve bunu uluslararası alanda uygulamaya sokacak bir koordinasyon mekanizması yaratılması lazım. Bu olmayınca da Türkiye’nin katılımı tabiatıyla hep eksik kalıyor.
Mesela benim çok önemsediğim bir konu bu alanda, Birleşmiş Milletlerin hükümetler tarafından atanan UNGG grubu, burada Ortadoğu’dan da dahil olmak üzere bir çok ülkeden temsilci var ancak Türkiye yok. Bu durum Türkiye’nin çok aleyhine. Eksik kaldığımız başka konular ve organizasyonlar; Amerika’daki seçimlere Rusya’nın müdahalesi olduğu iddialarında olduğu gibi dezenformasyon konusu var. Bu faaliyetlere yönelik artık bilinç oluşmuş durumda. Farklı ülkelerde bununla mücadeleye yönelik çalışmalar başlamış durumda. Avrupa Birliği’nin bu konuda çalışan stratejik iletişim birimi mevcut, keza Amerika ulusal güvenlik stratejisi üzerinde kuvvetle duruyor. Dolayısıyla işin bir de böyle bir boyutu var. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, dijital dönüşümle gelen birbirinden farklı konuları anlayabilecek, takip edebilecek, Türkiye içerisindeki çalışmaları koordine edip, Türkiye’nin tercihleri ve öncelikleri doğrultusunda bunu dış dünyaya aktaracak bir birime ihtiyacımız olduğu kesin.
N.D: Türkiye’nin global norm yaratma çabalarına dahil olduğu dünya nasıl olurdu?
S.Ü: Türkiye bu çalışmalara katıldığı zaman, kendi siyasi, ekonomik ve sosyal tercihlerini bu çalışmalara damga vurmak için kullanmaya gayret edecektir. Tabii ki Türkiye’nin katılımı tek başına bu kuralları çok önemli bir biçimde değiştirmeyebilir. Fakat, Türkiye’nin tercihlerinin hiç göz önünde bulundurulmadığı bir sürece oranla, Türkiye’nin orada olması, o masayı paylaşması, Türkiye’nin görüşlerinin de bir şekilde bu sürece dahil olması sonucunu beraberinde getirecektir. Bu açıdan bu yapılandırmayı bir an önce kurabilmek önemlidir.
N.D: İçeride Teknoloji yaratma konusunda sıkıntı çekerken dışarıda regülasyon, norm oluşturma faaliyetlerine nasıl katılacağız, tam tersi olmalı şeklinde bir eleştiri gelecek olursa?
S.Ü: Aslında bunun tam tersini savunurum. Şöyle ki, Türkiye uluslararası ortamda bir norm oluşturma sürecine katıldığı sürece burada gördüğü tecrübeyi içeriye de taşıyacaktır. Bugün Türkiye’de özellikle teknoloji sektörü bakımından sorun, kamunun özel sektörle birlikte hareket etmesinde yaşanan güçlükler. Bununda aslında çözümü Türkiye’nin uluslararası dinamiğe katılması, oradaki tartışmanın bir parçası olup oradaki ilkeleri dönüp burada regülasyona yansıtması, böylelikle Türkiye’de regülasyon ile ekonomik aktörler arasındaki ilişki evrensel bir standarda kavuşur. İşte o zaman Türkiye kendine özgü regülasyon yapan bir ülkeden global tartışmalara dahil sektörün önünü açan bir vizyona sahip olur.
*Danimarka Teknoloji Büyükelçisi Casper Klynge Dünya’da bu ünvana sahip ilk isim. Klynge misyonunun, Silikon Vadisi, Kopenhag ve Pekin’de kurulan merkezler aracılığıyla stratejik ortaklıklar kurmak ve doğrudan teknoloji merkezleri, hükümetler, uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler gibi paydaşlarla birlikte çalışmak olduğunu belirtiyor.