Google – EDAM işbirliği ile başlattığımız Teknoloji Üzerine Diyaloglar serimizde, birbirinden farklı sektörlerin önde gelen isimleriyle teknolojiyi, dijital dönüşümü konuşmaya devam ediyoruz.
Teknoloji Üzerine Diyaloglar serimizde Türkiye’de politika yapım süreçlerine fikirsel katkı sağlayabilmeyi umuyoruz. Serimizin bu bölümünde teknolojinin gazetecilik üzerindeki etkilerini konuşacağız…
Teknolojinin sunduğu imkanlarla bilgiye saniyeler içerisinde ulaşıyor ancak ulaştığımız bilgiye güvenemiyoruz. Herkese ulaşabiliyor ancak düşüncelerimizi özgürce ifade edemiyoruz.
Hiç kuşkusuz teknolojinin etkilediği en önemli alanlardan biri gazetecilik. Bunun sebebi, muazzam bir toplumsal değişim sürecinden geçiyor olmamız. Hem teknoloji ile gelen değişime adapte oluyor, hem de bu değişimin arkasındaki politik ve toplumsal dinamikleri anlamaya çalışıyoruz. Bağımsız düşünce kuruluşu Freedom House verilerine göre 2019 senesi itibariyle, dünyadaki ifade özgürlüğü son 13 yılda her yıl düşüş gösteriyor.
İşletilen sansür mekanizması, basına yapılan müdahale, internet yayınlarının kısıtlanması, içeriklerin engellenmesi ile ifade özgürlüğü kısıtlamaları dünyada giderek artıyor.
Baskıcı hükümetlerin vatandaşları, özellikle eleştirel ifadeler taşıyan düşüncelerini paylaşmaktan çekiniyor. Freedom House özellikle gazetecileri hedef alan ifade özgürlüğüne dair sınırlamalar nedeniyle Türkiye’yi “özgür olmayan ülke” olarak kategorize ediyor. Türkiye aynı zamanda sosyal medyada içerik kaldırma taleplerinin en yüksek olduğu ülke. Reuters Institute’ün raporuna göre, dünya genelinde haberlerin bağımsızlığına olan güven %44 oranında. Türkiye’de ise bu oran %38.
Teknolojinin yaygınlaşması ile hayatımıza “fake news” kavramı girdi…
2016 ABD başkanlık seçimleri sonrasında, Rusya’nın ABD seçimlerini manipüle ettiği iddiası ile başlayan “fake news” yani sahte haber tartışmaları dünya genelinle problem teşkil eden diğer bir husus. Sahte haberlerin seçimler ve siyasi davranışlar üzerindeki etkisinin yüksek olduğu tartışılıyor.
Kutuplaşan siyaset sebebiyle Türkiye, sahte haber oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri.
Teknoloji şirketleri ifade özgürlüğü sınırlamaları veya sahte haber gibi problemlere çözüm odaklı yaklaşmak durumunda kalıyorlar. Her sene şeffaflık raporları yayınlıyorlar. İfade özgürlüğü konusunda kullanıcıların haklarını savunuyor, hukuki yollara başvuruyorlar. Gazeteciliğin temel ilkelerine ve etik kurallara değer veren ürünler geliştirmek adına LinkedIn, Yahoo, Snapchat, Facebook gibi bünyelerine gazeteci katan teknoloji şirketlerinin sayısı her geçen gün artıyor. Diğer taraftan, sahte haber problemine çözüm getirecek ürünler geliştiriyorlar. Örneğin, Google geliştirdiği Fact Check mekanizması ile kullanıcılara haberlerin doğruluğunu kontrol edebilme imkanı sunuyor.
Serimizin bu bölümündeki sohbetimiz, günümüzün en etkileyici ve en çok takip edilen isimlerinden biri olan Nevşin Mengü ile.
Bugün, Nevşin Hanım ile dijitalleşen gazetecilik, bununla birlikte yaygınlaşan sahte haber, ifade özgürlüğü, bağımsız gazeteciliğin önemi ile modern medyanın yeni dinamiklerini ve geleceğini konuşuyoruz. Nevşin Hanım Kanal Türk, Hürriyet, Haber Türk gibi birden fazla kurumda sunuculuk ve muhabirlik yapmış, akabinde senelerce CNN Türk Ana Haber bültenini sunmuş bir isim. TRT Türk muhabiri olarak gittiği Tahran’daki deneyimlerini “İnsanın düşünmekten canı yanar mı?” kitabında kaleme almış. Halen BirGün gazetesi ve Sigma Turkey’de köşe yazıları yazıyor. Ayrıca Salı günleri DW Türkçe YouTube kanalında, siyaset gündemini konuklarıyla birlikte ele aldığı Birebir programını sunuyor.
Teknoloji ve gazetecilik üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbetimizden umarım siz de bizim kadar keyif alırsınız….
N.D: Bilgiye erişim kanallarımız ve alışkanlıklarımızın değiştiği bir dönemde siz online platformu habercilik, gazetecilik mesleğini yerine getirmek için kullanan öncü isimlerden birisiniz. Türkiye gibi basın özgürlüğünün sınırlı olduğu bir ülkede dijital medya platformlarının mesleğinize etkilerini nasıl değerlendirirsiniz?
N.M: Bütün dünyada gazetecilik değişiyor, başka bir şeye dönüşüyor. Sansür mekanizmasının devreye girmesi, evrensel anlamda bildiğimiz basın kavramı algısını değiştirdi ve bu değişim sürecini hızlandırdı. Türkiye’de basının mevcut durumu sebebiyle bu değişimin daha da özel bir konumu olduğunu düşünüyorum. Şimdi baktığınız zaman, geleneksel olan televizyonu 45 – 50 yaş üstü seyrediyor. Dünya genelinde bu böyle. 45 – 50 yaş altındaki insanların haber alma, içerik izleme yöntemi değişti. Artık bilgi ve haberin dağılımını iki döneme ayırmak lazım. Twitter’dan önce, Twitter’dan sonra.
Twitter’dan sonra insanların haber alma alışkanlıklarının tamamen değiştiğini görüyoruz. O noktada geleneksel basının bütün iktidarı yıkıldı aslında. Diğer taraftan ana medya tüketicileri olarak hepimiz, televizyondan ziyade YouTube, Netflix veya muadilleri gibi dijital platformları izliyoruz. İnsanlar istedikleri anda istedikleri içeriği internet üzerinden izlemeyi tercih ediyorlar. Haber tüketimi de aynı şekilde yapılıyor. Şimdi bana bile garip geliyor oturup televizyonun başında saat 8’i beklemek. Zaten neden bekleyesiniz? Haberin niteliği de değişti. Twitter’da sürekli, çok hızlı şekilde bir bilgi akışı var. Herkes son dakika haberini anında görüyor. Dolayısıyla günümüzde gazetecilik, biraz daha analiz ve yorumlama, hızlı haber akışını takip etme, haberleri derleme, açıklama ve ne kadar doğru ne kadar yanlış kontrol etme gibi bir misyona evrildi.
Bir de yapılan anketlerden şu çıkıyor; insanlar medyaya güvenmediklerini söylüyorlar. Medya kuruluşlarına güvenmiyorlar fakat gazetecilere güveniyorlar. Mesela İsmail Saymaz’ın adı ön plana çıkıyor bu konuda. İnsanlar İsmail Saymaz’ın Hürriyet’te yayınlanan haberini okumuyor, Hürriyet’e güvenmiyor ama İsmail Saymaz’ın Twitter’a yazdıklarını okuyor. Şu anda İsmail Saymaz’ın tirajı Hürriyet’in 3 – 4 katı. Dolayısıyla bu dijitale kayma süreci, gazetecilerin bireysel olarak ön plana çıktığı bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Bu değişimde sosyal medya platformlarının önemi çok fazla. Siz gelmeden önce stüdyo şefimiz Cem Fakir ile bu konuyu konuşuyorduk. Yeni medyanın ruhu çok değişik. Bir kere daha demokratik. Eskiden geleneksel anlamda televizyon açılırdı ve orada bir otorite, hep doğruyu söylediğine inanılan bir haber spikeri izlenirdi. O haber spikerinin ekranda olmasına karar veren yaşlı bir erkek editör olurdu her zaman. Bir medya patronu olurdu. Bu işi şu kişi yapsın derdi ve o işi o kişi yapardı. İki dudağının arasındaydı yani her bir medya çalışanının kariyeri. Fakat şimdi o kadar demokratik bir hale geldi ki, sen kendine güveniyorsan kendi YouTube kanalını kurarsın ve hiçbir editörün, müdürün iznini almana gerek yoktur. Sadece kabiliyetli ve bu işi yapmak istiyor olman lazım. Dolayısıyla böyle sonsuz bir evren var karşımızda. Ciddi bir iletişim devrimiyle karşı karşıyayız, ve de tam o geçiş sürecini yaşıyoruz biz şu an.
N.D: Fake news yani “sahte haber” dünyanın her yerinde çok tartışılan ve teknoloji şirketlerinin çözüm getirmek için çalıştığı bir konu. Türkiye için de çok problem yaratan bir konu. Türkiye özelinde sahte haber konusundaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
N.M: Türkiye’de sosyal medyada fake news dediğimiz sahte haberin ve bu tarz haberlerin çok çabuk yayılması konusu çok sık tartışılır oldu. Ben hep şunu söylüyorum. Türkiye’de bu haberleri yaratan eski ana akım dediğimiz medyanın kendisi. Dolayısıyla, Türkiye’de biraz daha farklı bir süreç var dünyanın kalanına kıyasla. Türkiye’de sahte haber bilerek yayınlanıyor. Kendine gazeteci diyen insanlar da bunu bilerek yapıyor. Eski çalıştığım kurum olan CNN Türk’ten dahi evrensel gazetecilik kurallarına uymayacak başlıklarla haber geçilebiliyor Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Gazeteciliğin nasıl yapılması gerektiği bellidir. Size bir yerden bir bilgi gelir, doğru mu değil mi teyit edersiniz. Bu bilginin nasıl teyit edileceği bellidir. Haberin taraflarına sorarsınız vesaire.
N.D: Gazetecilik mesleğinin etik kuralları yok mu? Sahte haberi yapanın ve yayınlayanın bu noktadaki mesleki sorumluluğu nedir?
N.M: Türkiye’de sahte haber üretimi saflıktan veya niteliksizlikten olmuyor. Ana akım denilen medya iktidarın Pravdası gibi. Propaganda aracı olarak çalışıyor. Dolayısıyla burada sorumluluk gibi bir duygu yok. Bu sebeple insanlar sosyal medyadaki bağımsız gazetecileri takip ediyorlar. İnsanlar doğru bilgiyi almak için sosyal medyaya gidiyorlar. Bu noktada Türkiye’de ciddi bir kutuplaşma var, ikiye bölündü. Bazı insanlarla konuştuğunuz zaman şöyle bir algı var; Türkiye saldırı altında, Türkiye’yi Amerika ve Avrupalılar bölmek istiyor, biz Müslümanız diye bizden nefret ediyorlar ve bu güçlerin karşısında durabilen tek bir lider var, o da Cumhurbaşkanı. Dolayısıyla biz her hâlükârda Türkiye’nin bekası için Cumhurbaşkanının yanında durmak zorunayız. Bu algının bir alıcısı var. Metropolde, dünya ile bağlantısı daha yoğun olan genç jenerasyon bu söyleme paye vermiyor gibi duruyor. Ancak diğer kesimler yabancı düşmanlığının varlığını kabullenmiş durumda. Bu ciddi bir durum. Bunun üzerine düşünmemiz lazım.
Notre Dame klişesinde yangın çıktı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bir taziye mesajı yazdı. Altındaki yorumları okumanızı tavsiye ederim. Sosyal medyada bu noktada bazı kalabalıkların psikolojisini görüyorsunuz. Çok iyi oldu, oh olsun diyor çoğu insan. Oh olsun demeyen de şurada cami yıkılmıştı esas ona üzülelim, bırakalım buna üzülmeyi diyor. Bunları söyleyen ciddi bir kitle var ve samimiyetle söylüyorlar. Burada 2013 Gezi sonrası kurgulanmış bir paranoya, yabancı düşmanlığı ve izolasyon var. Ana akım medyada bu algıyı yaratan insanlar da bu söylemlere inanıyorlar ve bu yönde propaganda üretim sürecinin bir parçası oluyorlar aslında.
N.D: Alternatif medya kanallarının varlığı her türlü bilgiye erişimi mümkün kılıyor. Farklı görüşleri savunan haberlerin erişilebilir olması toplumun olaylara bakış açısındaki objektifliği etkiliyor mu? Örneğin T24 okuyan birisi Yeni Şafak da okuyor mu? Bir seçmen karşı görüşü okuyarak fikrini değiştiriyor mu?
N.M: Bu konuda şöyle bir teori var, herkes yankı odalarına hapsoluyor ve diğer görüşleri okumuyor deniyor. Fakat yeni araştırmalara göre, insanlar diğer görüşleri de okuyor, ancak okudukları karşı görüşler kendi taraflarına daha çok bağlanmalarına sebep oluyor. Örnek verecek olursak, benim Twitter’da 1.2 milyon kadar takipçim var ve karşı görüşe gönülden bağlı bir sürü insan da beni takip ediyor. Nefret ediyorlar ve nefret ederek takip ediyorlar. İnanılmaz küfürler yazılıyor. Belki de o aidiyetini kuvvetlendirmek için takip ediyorlar sevmedikleri figürleri. Bütün bu kavram ve teknolojiler hayatımıza yeni girdi ve yaşayarak görüyoruz, öğreniyoruz. Medya evriliyor. Yeni medya şu, yeni medyada bu okunuyor, yeni medyanın alıcısı şu diyemiyoruz. Çok değişken bir yapısı var yeni medyanın. Her gün yeni bir mecra giriyor hayatımıza. Ayrıca, dijital medya izleyicilerinin ve sosyal medya takipçilerinin reaksiyonu değişiyor. Bizde tam bu değişimin ortasındayız.
N.D: Independent gibi yabancı basının Türkiye’ye girdiğini görüyoruz. Yabancı basının Türkiye’ye girmekteki motivasyonu nedir sizce?
N.M: Aslında şimdi Türkiye büyük bir pazar ve büyük bir pazar olduğu için reklam alma yüzdeleri dolayısıyla para kazanma olasılığının daha fazla olduğu bir ülke. Bunların ötesinde, eğer soğuk savaş içerisindeyse dünya, mevcut kurum ve kuruluşlara karşı bir Rusya gerçeği var. Rusya’nın kendi imkanları ölçüsünde, Avrupa Birliği’nin stabil düzenini bozmak, Amerika’yı kendi sınırları içerisine hapsetmek ve burada kendi himayesini oluşturmak gibi bir hedefi olduğunu görüyoruz. Independent, Suudi ve Rus sermayesi aslında, İngiliz değil. Sputnik aynı şekilde. Türkiye’de çok aktif. Aslında Independent veya Sputnik gibi yabancı kuruluşların Türkiye’ye girmesi ve etkili olmasını ben daha çok buna bağlıyorum.
Basın aynı zamanda bir propaganda aracı. İçerisinde bulunduğumuz bu durum aslında korkutucu bir durum. Mesela Sputnik. Muhalif yayın yapıyor gibi görünüyor ama Sputnik’in esas etkisini S-400 alımında gözlemleyebiliyoruz. Şunu görüyoruz ki Sputnik, Türkiye’deki entelektüelleri ve üniversite mezunu gençleri kendisine çekmek istiyor ve çekiyor. Ama S-400 konusunda öyle bir propaganda yapıyor ki, sokaktaki gençlerin F-35’i boş verelim S-400 daha iyi zaten söylemini aldığını görüyoruz. Türkiye’de hep bir Amerikan emperyalizmi tartışılır ama kimse Rus emperyalizmini tartışmaz. Dolayısıyla, Türkiye’ye yabancı basının girmesinde, pazar büyüklüğü, basın özgürlüğüne katkı gibi konuların ötesinde soğuk savaş kapsamındaki çekişmesinin etkisi olduğunu düşünüyorum.
N.D: İnternet ortamında yayınlanan içeriklere müdahalenin zirve yaptığı bir dönemden geçiyoruz. Dijital platformları doğru bilgiye erişimin mutlak çözümü olarak görüyor musunuz? Bağımsız haber yapıyoruz diyebiliyor muyuz?
N.M: Elbette hayır. Geçen gün bu düşüncemi Twitter’da da yazdım. Eskiden illiberal demokrasiden bahsediyorduk, artık böyle bir durum da kalmadı. Özellikle de bu son yerel seçimlerden sonra, yapılmış meşru bir seçimi kabul etmeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunu artık açıkça konuşmak gerekiyor bana soracak olursanız. En son iktisatçı Mustafa Sönmez’in göz altına alınması… İktidar gözdağı veriyor. Bir takım kırmızı çizgileri var bu rejimin ve bu çizgilerin aşılmasını istemiyor. Sen de gazeteci olarak hapiste yatmak istemiyorsan bu kırmızı çizgilere riayet etmek zorundasın. Bu durumda demokrasi ve liberalizm ortamının varlığından söz edemeyiz.
Bir taraftan, iktidarın sosyal medyanın etkisini görmediğini düşünüyorum. İktidar ileri yaşlarda erkek egemen durumda olduğu için belki de bu durum böyledir. Bazı kesimler kendi aralarında takılıyor, sosyal medyayı kullananlar bizi etkilemez diye düşünüyorlar. Diğer taraftan, iktidarın da kendi sosyal medya araçları ve temsilcileri var. Mesela Tuğrul Selmanoğlu. Sosyal medya ve televizyonda çok aktif bir propagandist, milyonlarca takipçisi var. Ak Parti tarafından çok destekleniyor, sürekli konuşmalara çağrılıyor. İktidar da dijital mecraları kullanan kendi tabanına bu tip insanlarla ulaşıyor. İşin o tarafı da var.
Sosyal medya ve diğer dijital platformlar ile birlikte kurumların değil bireylerin öne çıktığı bir gazetecilik sektörünün var olacağını öngörüyorum.
N.D: Gazetecilik sektörünün dijitalleşmesinden bahsediyoruz. Cüneyt Özdemir buna güzel bir örnek. Dünyanın öbür ucundan bir kamera ile yapıyor bunu. Siyasi olanak ve olanaksızlıkları bir kenara bırakırsak, teknolojinin sağladığı olanaklarla gelecekte gazetecilik mesleği sizce nasıl olacak?
N.M: Çok iyi iş yapıyor Cüneyt. Dediğim gibi burada kurumların değil bireylerin öne çıktığı bir yapı var, bu yapının güçleneceğini ön görüyorum. Online yayın araçlarının bugünü bize bunu gösteriyor. Önceleri çalıştığım kurumda bana sürekli Twitter’ını kapat baskısı yapılıyordu. Ne gerek var diyorlardı ama bugün gelinen nokta ortada. Amerika’da da benzer örnekleri görüyoruz, Alex Jones gibi. Gazeteci olmak kavramı da değişiyor. Eski gazetecilikte, gazeteci ön planda olmamalı haber ön planda olmalı gibi bir düşünce vardı. Dijitalleşme ile günümüzde insanlar içeriği, haberi tüketirken bir karakter görmek istiyorlar. Bilhassa videolarda. Güvendikleri, inandıkları, aynı zamanda eğlendiren bir karakter. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak bireysel haberciliğe evriliyor sektör.
Eski zamanlarda televizyonda var olan mükemmeliyetçilik ve teknik teferruatlar teknolojinin gelişmesiyle önemsizleşti. Işığın doğru olup olmadığı, nasıl göründüğünden ziyade, hızlı haber akışı ve hikayeyi doğru yansıtmak önemli hale geldi. Daha hızlı ve daha pratik düşünmek lazım. Artık koca koca kameralara hiç gerek yok. Bir cep telefonu bütün işi hallediyor. Daha hızlı, genç ve aktif bir habercilik anlayışının oluştuğunu düşünüyorum. Teknoloji çağında, haberciliğin daha hızlı ve mobil olduğunu düşünüyorum.
N.D: Öngörünüz kurumlardan ziyade bireysel gazeteciliğin ön plana çıkacağı yönünde. Geleneksel kurumlarda gazetecilik mesleğini yerine getirmenin zorluklarından bahsediyorsunuz. Peki sizce günümüzde nasıl gazeteci olunur?
N.M: Eski kurumlar çok köhneydi. Dünya görüşü kısıtlı insanlar vardı başımızda. Ben ilk Kanal Türk’te çalışmaya başladığımda ne düzgün bir maaşım, ne de düzgün çalışma saatlerim vardı. İşe gidiyorsun ne zaman eve döneceğin belli değil. Benzer şekilde Haber Türk’te çalışırken, bir günde 3 şehirden yayın yaptığımı biliyorum. Peşimde canlı yayın arabası il il geziyordum sabahtan akşama. İnsan sömürüsüdür bu. Bana sorarsanız bu tür kurumlarda gazetecilik adına bilgi birikimi olan ve insan yetiştiren kişi sayısı 3 veya 5’tir. Bugüne kadar kim kimi yetiştirmiş? Ben bunu gençlere hep söylüyorum. Ne zaman iletişim fakültelerine gitsem, hiçbir yerde çalışmanıza gerek yok diyorum.
Üstelik gazetecinin çalışma saati olmaz, hakkı hukuku olmaz gibi bir algı yaratılıyor. Gazetecilik de her meslek gibi bir meslek. Kendini yetiştirebileceğin bir meslek. Gazeteci olmak için artık bu tarz kurumlara ihtiyaç yok. Sayısız dijital platform var. Bu platformlar aracılığı ile habercilik yapan insanlar var. Mesela 3 genç bir araya gelerek 140 Journos diye bir şey kurdular, canavar gibi iş yapıyorlar. İşte budur gazetecilik. Başka bir şeye ihtiyaç yok. Bir kamera, üç beş teçhizat, telefonun ve beynin. Okuyacaksın, kendini geliştireceksin, çok araştıracaksın, dünyayı izleyeceksin. Biraz kafanı açacaksın dünyaya. Budur bence gazeteci olmanın yolu.
Politika Perspektifinden: Ne yapmalı