Atomun Kontrolüne Yönelik Çabalar ve Nükleer Teknoloji Transferi: Türkiye Açısından bir Değerlendirme

LinkedIn

Raporun tamamına ulaşmak için tıklayınYayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın

Türkiye, enerjide dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla, on yıllardan beri nükleer reaktör peşinde koşmuştur. Kronik enerji açığının çözümü için nükleer enerjinin cazibesine kapılan Ankara, 1950’li yılların sonlarında nükleer enerji reaktörlerinin hayata geçirilmesine imkan verecek hukuki altyapıyı hazırlamaya başlamıştır. Buna paralel olarak, müteakip hükümetler de Akdeniz ve Karadeniz sahillerinde reaktör inşası için ihaleler açmıştır. Ankara’nın nükleer enerji programının geliştirilmesine yönelik uzun zamandan beri sergilediği öncelik çok sayıda yabancı tedarikçinin ilgisini çekmiş, ancak, ülke içindeki bir dizi sorun ve finansman konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle yavaş ilerlenebilmiştir. 1980’lerin başından itibaren, Türkiye’nin nükleer enerji alımına yönelik çabaları hızlanmıştır. Ankara, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı (NPT) onaylamış, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile tam kapsamlı bir tedbir anlaşması imzalamış ve nükleer reaktörlerin inşa edilmesi için yeniden bir ihale sürecine girmiştir. İhale süreci ilerledikçe, Türkiye ve potansiyel tedarikçileri ile bu kez nükleer işbirliği anlaşmalarını müzakere etmeye başlamıştır. Söz konusu anlaşmalar nükleer teknoloji transferinin hukuki zemini oluşturmakta olup işbirliği ve teknoloji kullanıma ilişkin şart ve koşulları belirlemektedir. Türkiye, bugüne kadar, Kanada, Arjantin, Güney Kore, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya ile nükleer işbirliği anlaşmaları imzalamış ve onaylamıştır. Ankara, Almanya, Ürdün ve Çin ile de anlaşma imzalamış, ancak bunlar henüz onaylanmamıştır.

Raporun tamamına ulaşmak için tıklayınYayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın